Derya Bengi: “Belki Duyulur Sesim Umudu Barındırıyor”
Written by Ece Çokal on 23 Şubat 2022
Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan 100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası, 1950-1980 yılları arasını kapsayan dönemi Belki Duyulur Sesim başlığı ile çıktı. Üç ciltte tamamlanması planlanan dizinin ikinci kitabı Türkiye’de çok partili demokrasi döneminin ilk 30 yılını kültür, sanat ve günlük hayata etki eden kavramlarla ele alıyor. Kitabın yazarlarından Derya Bengi, 100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası’nın 250’ye yakın hikayeyi ele almasıyla “büyük resme gözü alıştırarak küçük pencerelerden” baktığını söylüyor.
Çağatay Bayraktar // Geçmiş sadece siyasi olayların, savaşların ve “büyük devlet adamları”nın tarihi midir? Alışılmış tarih kitapları dışında geçmişi öğrenmek isteyenler odaklarını ya Yeşilçam filmlerine çeviriyor ya da büyüklerinden dinledikleri kadarıyla kavramaya çalışıyor. Özellikle 90 sonrası dünyaya gelen nesilde hakim olan retro modası, İspanyol paça pantolonları, çiçekli gömlekleri hayatımıza tekrar soksa da 1950’lerden 1980’lere uzanan dönem daha da fazlasını içeriyor. Derya Bengi ve Erdir Zat, dünyanın en eski bilimlerinden olan haritacılığı Türkiye yakın tarihi ile birleştiriyor ve bizlere yazılı bir popüler kültür haritası sunuyor. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Sazlı Cazlı Sözlük ile Türkiye’de 50’lerden 80’lere müzik haritasını 4 kitap ile okuyucuları ile buluşturan Derya Bengi, 100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası ile daha genel bir bakış açısı ile müzikten gündelik yaşama geçmişe damga vurmuş kavramları hatırlatmaya ve tanıtmaya devam ediyor. Kitabın bir diğer yazarı ise Gourmand ödüllü Rakı Ansiklopedisi ve Rakı Gastronomisi kitaplarının yayın yönetmenliğini üstlenen Erdir Zat. Türkiye’nin kültür haritasını çıkaran Derya Bengi ile kitaptan, retro modasından ve 2000’ler üzerine Radyo Gedik için söyleştik.
Çalışmanızın daha çok hayat içerisinde, insanlara dokunan maddelerin yer bulduğunu görüyoruz. Tarihe bakışınızın formel tarihe göre farklılıkları nelerdir?
Kısaca söylemek gerekirse biz gündelik hayatın akışını, zevklerini, alışkanlıklarını ve sıradan insanların hayatını değiştiren dinamikleri gözlemliyoruz. Yüzyıl öncesinin radyosu, sessiz sineması, uçağı, 50’li ve 60’lı yılların blucini, bikinisi, margarini, Coca-Cola’sı, televizyonu, bugünün bilgisayarı, cep telefonu, bunların hepsi devlet ve siyaset kurumlarıyla kol kola toplumu oradan oraya sürüklüyor. Formel tarih ve siyaset tarihi çalışmalarıyla bir çatışma halinde değiliz, ama orada gösterilen manzarayı bir ucundan belki tamamlayabiliriz. İnsanların 11 Eylül 1980 gecesi TRT’de hangi programları seyredip yattıktan sonra sabahleyin nasıl bir darbeye uyandıklarını kayıtlara geçirebiliriz. O günlerde listelerde Attila Atasoy’un “Askerlikte sevda çekmek zor diyor” şarkısının 1 numara olduğunu, Nazan Şoray’ın “Halhal”ının listelere yeni girdiğini bilerek o atmosfere daha çok yaklaşabiliriz. Veya o 12 Eylül günü gazete bayilerindeki Milliyet Sanat dergisinde yayımlanan, – ve bizim tarih anlayışımızı, geçmişe bakışımızı bir çırpıda özetleyen bir Onat Kutlar şiirini tekrar tekrar okuyabiliriz: “İskelede el ele tutuşmuş bir delikanlı bir kız / günlük şeylerden konuşuyorlar derslerden vapurdan / çok geciken devrimlerden / (…) ve onların serinliğinde yeniden başlıyor yaşantımız.”
Popüler Kültürde Noktaları Birleştirmek
Popüler kültür haritası adı altında alfabetik bir sıra izleyerek günlük yaşamın izlerini okuyucuyla buluşturuyorsunuz. Kronolojik bir sıra yerine neden alfabetik bir sıra izlemeyi tercih ettiniz?
Temel odakları kaybetmemek, netlik ayarını bozmamak için… Belli bir dönemi temsil edici kuvveti olan hikayeler 250 civarında başlıkla alfabetik sıralanıyor. Sıçramalı, oyuncaklı, biraz da eğlenceli bir yöntem. Okur, baştan başlayıp sona doğru ilerlemek yerine canı istediği sayfayı, o an ilgisini çeken herhangi bir maddeyi açıp okuyabilir. Moda tabirle “büyük resmi” görmek için, önce gözü alıştıra alıştıra küçük pencerelerden bakmak yararlı oluyor. Gazetelerin bulmaca sayfalarındaki bir oyuna benzetebiliriz: Noktalı yerleri birleştirin, bakalım ne çıkacak?
Retro: Dünden ve Bugünden Kaçış
Özellikle 1950-1980 yılları arasını büyüklerinden dinleyen, Yeşilçam filmlerinden izleyen fakat yaşamayan kuşakların arasında bir “Retro” modası hakim. Gençler özellikle yaşamadıkları bu çağları adeta özlüyor. Yaşanmayan zamanlara özlem duyan genç kuşakların içinde bulunduğu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence pek de özlenecek bir şey yok. Retro salgını denilen şey, bugünden kaçış olduğu kadar, dünden de kaçış anlamına geliyor. Ama demek ki bu da bir ihtiyaç. Geçenlerde bir tweet gördüm, “Şu yaşıma kadar tek bir şey öğrendim, her yaşın ayrı bir geri zekalılığı var” diyordu. Sahiden de öyle. Her dönemin baskıları, zulümleri yanında, bazı ayırt edici özellikleri ve elbette güzellikleri var. Türkiye’nin nereden gelip nereye gittiğini görebilmek için sık sık hafıza tazelemek gerekiyor. Ara sıra kendimizi dedemizin, anneannemizin, annemizin, babamızın yerine koymamız gerekiyor. Bu kitap serisi bunu bir nebze olsun sağlar diye umuyorum.
Daha önce de 50’li, 60’lı, 70’li ve 80’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük kitaplarını yayımlamıştınız. Bu kitaplardan farklı olarak son kitabınızın hazırlık aşamasında sizi heyecanlandıran, yeni bir bilgi ile karşılaştınız mı?
O kitapların ana ekseni müzikti. Müzikten yola çıkarak her limana uğramak, günlük yaşama veya siyasetin dehlizlerine dalmak istiyordum. Müzik o kitapların koltuk değneği veya bir çift küreğiydi. Cumhuriyet’in 100. Yılında Popüler Kültür Haritası ise çok daha fazla araç gereçle, daha geniş bir perspektif açıyor. Şarkılar, filmler, tiyatro oyunları, romanlar yine baş köşede. Temel tercih, mümkün olduğu kadar anekdotlarla ilerleyen, sinematografik bir anlatım tutturmak. Haddim olmadan, şakayla karışık söylersem, film çeviriyoruz aslında. Bu seferki filmler yeterince “müzikal” değil belki. Derlediğimiz, alıntıladığımız, anlattığımız her bilgiye, doğrusunu isterseniz “yeni” gözüyle bakıyoruz. Ben 70’lere bir çocuk, 80’lere bir genç olarak tanık oldum, ama çok iyi bildiğimi sandığım olay ve olguları araştırıp anlatırken bile yeni, taze, şaşırtıcı ayrıntılara her zaman rastlıyorum.
Kitap ismini sizin de sunuşta belirttiğiniz gibi Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar şarkısından alıyor. Belki duyulur sesim kısmının bu kitabın adı olması, kitabın konusu olan dönemin hangi özelliğinden ileri geliyor?
Hak, hukuk, adalet arayışını temsil ediyor. Bu kitaptaki insanlar, 50’lerden 80’lere demokrasinin inceliklerini, cilvelerini, yetersizliklerini veyahut da olanaklarını görerek, tadarak büyüyorlar. İktidarı temsil edenler karşısında o insanlar şarkıdaki gibi “ben yalnızım” diye haykırmıyorlar, tam tersine bir araya gelerek, örgütlenerek taleplerini hep bir ağızdan dile getiriyorlar. En azından deniyorlar. Bu deneyim, içinde “Belki duyulur sesim” mottosunu, belki de umudunu barındırıyor. Bu çok sevilen, sözüyle, müziğiyle güçlü şarkıya bir şerh düşmek, bir remiks yapmak istedik.
“Türkiye Adeta Tecrübesiz, Birikimsiz Yeni Bir Çocukluk Çağına Teslim Oldu”
2000’li yıllardan 2020’ye kadar bir popüler kültür haritası yapmak şu an için mümkün mü? Yoksa bir süre daha beklememiz mi gerekir?
Hazırladığımız üçüncü ciltte, bu sorudaki tehlikeyle karşı karşıyayız. Zannederim bazı maddelerde bugünden düne doğru giden yolculara benzeyeceğiz. Ayasofya’nın bir cami olarak ibadete açılması, bize bir medeniyetler müzesi olarak eski Ayasofya’yı anma olanağı sağlayacak. Gezi direnişini işlerken, Gezi Parkı’nın kurulduğu günlerdeki İstanbul’a bakacağız. Cep telefonları konusu, PTT’nin tarihini, telefon iletişiminin eski zamanlarını veya pandemi konusu, bir zamanların tifo salgınlarını çağıracak. Ama elbette özel TV ve radyolar, yerli diziler, hiphop, internet gibi yeni olgular, yeni “ilk”ler son cildin ana damarlarını oluşturacak.
Sunuş yazısında zamanın ruhu olarak cehaletle savaş, bilim, fen, kalkınma, eşitlik , hak ve adalet mücadelesi, dünyayı değiştirme arzusunun yer aldığını yazıyorsunuz. 80’den sonra ise hak ve adalet mücadelesi yerini yılgınlığa, devrimci müzik yerini arabeske bıraktı. Bu keskin kırılmanın sebebi nedir? Sadece 12 Eylül darbesi ile açıklanabilir mi?
24 Ocak, en az 12 Eylül kadar kritik bir gün. Yeni ekonomik kararlar bir darbeyle rayına oturtuldu. Neo-liberalizm bütün dünyada hakimiyetini sağlarken, Türkiye’de bu vahşi yeni düzen ancak askeri müdahaleyle tesis edildi. Gençler, işçiler, aydınlar susturuldu. Unutmayalım, beğenmediğimiz Müslüm Gürses bile 1979’da çevirdiği ilk filminde soldan soldan konuşuyordu. Değişim belki kaçınılmazdı, ama geçmişle bugün arasında ya da bugünle yarın arasında bu denli büyük bir kopuş yaşanınca Türkiye adeta tecrübesiz, birikimsiz yeni bir çocukluk çağına teslim oldu.