Al Gözüm Seyreyle: İstanbul’un 500 Yıllık Görsel Tarihi Meşher’de
Written by Radyo Gedik on 22 Eylül 2023
Ahmet Çağatay Bayraktar
Meşher’de açılan Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar sergisi, İstanbul’a batı kaynaklı gravür, nadir kitap albümleri, panoramik fotoğraflarla bir bakış sunuyor. Ömer Koç Koleksiyonu’nda yer alan 100’ün üzerinde eserin bir araya getirilmesiyle oluşturulan sergide gemi kaptanından seyyahlara, askerlerden elçilere, yazar, ressam ve fotoğrafçılardan mimar ve şehir plancılarına kadar Batılılar tarafından bazen politik veya askeri bazen estetik amaçlarla üretilen eserler bulunuyor. Çoğunlukla diplomatik amaçlarla gelmiş Batılı sanatçıların gözünden sunulan İstanbul, şehrin zaman içerisindeki değişimine de odaklanıyor. Kimi eserler arasında yapıldığı dönemdeki İstanbul eserlerinden ilham almış ve daha önce şehri hiç görmemiş sanatçıların eserleri, hayallerde yaşayan İstanbul imgesini de sunuyor.
En eski eser 1493 tarihli
Üç kata konumlanan serginin ilk katında hayallerde ve Batılıların İstanbul’a karşı ilk izlenimlerini içeren eserler yer alıyor. Bu izlenimin en göze çarpan yanı ise çoğunlukla denizin özellikle Tarihi Yarımada’yı kapsayan deniz manzaraları. Henüz Boğaziçi’nde doğru yayılmayan şehrin merkezi aynı zamanda Batılıların şehirle ilişki kurdukları ilk yer olarak tanımlanıyor. Sarayburnu veya Karaköy’den gemiden inen Batılı ziyaretçiler için İstanbul’un gizemli yanı tablolarda sunuluyor. Burada oryantalist eserlerden ziyade manzara resimleri, panoramalar ve gravürler görülebiliyor. Aynı zamanda ‘İstanbul neden merak edilen bir şehirdi?’ sorusunun yanıtı aranıyor. Bu dönemde turizm amacıyla seyahat alışkanlığının olmadığını da eklemeyi unutmayalım. Bu durum da İstanbul’u Batılılar gözünde fazladan gizemli ve cazip kılıyor. Yine bu katta serginin en eski tarihli eseri olan kronik de bulunuyor. 1493 tarihli Latince kaleme alınan dünya tarihi ve şehirlerine yer veren Nurmberg Kroniği’nin ilk baskısı mitolojik anlatılarda yer alan şehirler kadar Venedik, Floransa ve elbette İstanbul hakkında da bilgiler sunuyor. Dünyada farklı kopyaları olmasına rağmen ilk baskı olması bakımından ayrı bir önemi olan eser, İstanbul’a dair en eski çizimleri de içeriyor. İstanbul’un ‘resmi’ olarak Batıya tanıtılmasında vitrin görevi gören İngiliz ressam Henry Aston Barker’ın 1799 tarihinde Galata Kulesi’nin tepesinden çizdiği ve 1801’de Londra’da sergilenen İstanbul Panoraması da ilk katta özel bir alanda yer alıyor. Bu panoramada, o dönemde hala ayakta olan Cenevizlilerden kalan Galata surlarından sokaktaki insanlara ve evler arasında asılan çamaşırlara kadar yer verilmesi oldukça ilgi çekici. Panoramanın bir önemi de sergilendiği dönemde İngiltere dışında bir şehre yer verilen ilk çizimler olması.
Kadım ressamlara da yer veriliyor
İkinci katta yangınlarla ve Batılı mimarların eserleriyle tekrar şekillenen bir İstanbul karşımıza çıkıyor. Yangınları tasvir eden tabloların yanında giderek büyüyen şehrin yeni sakinlerinin tercih etmeye başladığı Boğaziçi sırtlarından resim ve fotoğraflar da bulunuyor. Özellikle yabancı elçilik konutlarının şehir Kuzey yanına kurulmasıyla Boğazla daha iç içe tablolar görüyoruz. 19. Yüzyıla ait, dönemin Fransız Konsolosu’nun emriyle yaptırılan şehrin topografik haritası, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir kitabında da ismini geçirdiği Ressam Melling’in Hatice Sultan ile Latin alfabesi kullanarak Türkçe yazdığı mektuplar serginin kapsamlı bir İstanbul anlatısı olduğunu da gösteriyor. Sergide Max Rabes’in Kayzer Wilhelm’in 1898’daki İstanbul’u ziyareti sırasında Gümüşsuyu Alman Konsolosluğu’ndan Boğaziçi’ni ve Kayzer’in gemisini resimlediği eseri ile birlikte Luigi Mayer’in İstanbul gravürleri kitabı yer alıyor. Kadın ressamlara da yer veren sergide Luigi Mayer’in eşi Clara Mayer’in Kız Kulesi’nden İstanbul’u resmettiği eser, manzaranın yanında resimdeki figürlerle dönemin İstanbulluları hakkında fikir veriyor.
1853-1856 yılları arasında gerçekleşen Kırım Savaşı’nda Çarlık Rusyasına karşı mücadele eden Osmanlı’nın müttefiklerinden olan İngilizler, çoğunlukla uzak ve düşman olarak gördükleri bu toprakları ilk kez yakından tanıma olanağı buldu. Üç yıllık savaş sırasında İstanbul’a sadece diplomat ve askerler değil aynı zamanda ressamlar da şehre gelerek, dönemin İstanbul’unu resmetti. Boğaziçi panoramalarıyla I. Abdülmecit’in de beğenisi kazanan Joseph Schranz da bir tablosu ile sergide kendine yer buluyor. Schranz sadece yaptığı İstanbul tablolarıyla değil, askeri okulda verdiği resim dersleri ile de önemli bir yer tutuyor. Kendisinin Asker Ressamlar olarak anılan kuşağın da mimarlarından olduğunu söylemek mümkün. Aynı zamanda özel saray fotoğrafçısı olan Abdullah Biraderler’in, Avrupa’daki fotoğraf sergilerinde kullanılmak üzere ve sarayın özel isteği üzerine hazırladıkları İstanbul albümleri de İstanbul’un fotoğraflanmasında/resmedilmesinde Saray’ın rolünü de gösterir nitelikte.
İstanbul’un turistik yüzü
Üçüncü katta ise 1900’li yıllara yaklaşarak, İstanbul’un artık turistik bir cazibe noktası olduğu zamanları görüyoruz. Günümüzde de aşina olduğumuz şehir temalı turistik objelerin o dönemde de yer alması oldukça dikkat çekici. Tarihi Yarımada’nın farklı yorumlarının yer aldığı İstanbul temalı tepsiler de bunlar arasında yer alıyor. Ve yine bir gravür bu katın bir duvarını boydan boya kaplıyor, hem de hareketli haliyle. Hiç İstanbul’a benzemeyen, sadece bir caminin görüldüğü gravürde padişahın Ayasofya Cami’de kıldığı namazdan çıkışını betimler. Meşher ekibi de bu gravürdeki detayları animasyon haliyle sanatseverlerle buluşturuyor. Bunun yanında fotoğraflardan oluşan turistik kartpostallar da İstanbul’daki günlük yaşamı “cep boy” gösteriyor.
Sergiden ilgi çeken diğer detaylar
- Sergide Meşher ekibi, Koç Üniversitesi ANAMED’de düzenlenen Yusuf Franko’nun İnsanları: Bir Osmanlı Bürokratının Karikatürleri sergisine de bir selam gönderiyor. Franko sergisinin de ekibinde yer alan, Ebru Esra Satıcı ve Şeyda Çetin Meşher’deki serginin küratörleri olarak bu sergide Yusuf Franko’nun İstanbul’una da yer vermişler. Önceki sergide başrolde olan Yusuf Franko’yu bu sergide yan rolde görmek, güzel bir tesadüf oldu.
- Dönemin eğlence anlayışına da göndermeler içeren sergileme teknikleri de sergide yer alıyor Kağıt üzerine olsa da açıldığında, arka arkaya sıralanan figürleriyle üç boyutluymuş hissi veren 1835 Almanya yapımı izleme kutuları, dönemin İstanbul’unun bıraktığı izlenimi de görmemizi sağlıyor. Gözünün dayayarak izleyebileceğiniz bu iki kutu içindeki detayları tek tek fark etmek de oldukça keyif verici.
- Sergiyle birlikte Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanan sergi kataloğunda konusunun uzmanlarının katkılarıyla İstanbul tasvirlerinin çeşitliliğine dikkat çekiliyor. Katalog metinleri Sven Becker, Briony Llewellyn, Bahattin Öztuncay ve Claude Piening’e ait. Ömer Koç’un önsözüyle başlayan kitapta, küratörler Ebru Esra Satıcı ve Şeyda Çetin’in sergiyi tanıttığı yazının yanı sıra Prof. Dr. Zeynep Çelik’in “Biz ki İstanbul şehriyiz, güzelizdir” başlıklı makalesi yer alıyor. Sergide fotoğrafların seçimini fotoğraf tarihi üzerine çalışmaları da bulunan Bahattin Öztuncay gerçekleştirdi. Sergide İstanbul’a dair metinleri ise Prof. Dr. Zeynep Çelik’in incelikli metin taraması sayesinde okuyabiliyoruz. Bunlar arasında en çarpıcı olanı ise 1855 tarihli bir mektuptaki detay o yıllardan günümüze İstanbul’un pek de değişmediğini gösteriyor: “… Fransızlar ve İngilizler, Türkler, Rumlar, Ermeniler, İtalyanlar ve ne idüğü belirsizlerle birlikte burası yeni bir tür Babil Kulesi’nin andırıyor”. Şehrin silüeti ve sakinleri değişse de keşmekeşi ve kendine has yaşam ritmi hiçbir zaman değişmiyor.
Göz Alabildiğine İstanbul, 26 Mayıs 2024’e kadar görülebilir.