Feminist Edebiyatın Türkiye’deki İzleri

Written by on 7 Mart 2022

Çağatay Bayraktar / Kadınca Bilmeyişlerin Sonu, 1960 ve 1980’li yıllarda Türkiye’de kadın yazarların eserlerinde Feminist Edebiyatın izlerini sürüyor. Duygu Çayırcıoğlu kitabında kadınların siyasal ve toplumsal hareketliliğinin arttığı fakat feminizm çalışmalarının yoğun olmadığı ön-feminizm yıllarında edebiyat çevrelerindeki gelişmeleri Nezihe Meriç, Sevim Burak, Sevgi Soysal, Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu, Füruzan ve Tezer Özlü’nün kitaplarını ele alarak okuyucuya aktarıyor. Kitapları ele alırken kadın karakterleri birbiri ile karşılaştırıyor, kadın karakterlerin yaşadığı sorunların toplumsal ve varoluşsal olanını ayırıyor. Örneğin Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri romanında ana karakterin intihara olan eğilimini “karakterin kendi varlığına dair sorduğu sorulara yanıt bulamayışı” şeklinde açıklıyor. Çayırcıoğlu bir yandan Feminist Edebiyat ile “güçlü ve ideal bir kadın” kadın yaratımı olmadığını Adalet Ağaoğlu’nın Ölmeye Yatmak kitabındaki Aysel karakteri ile örnek gösteriyor. Bu açıdan feminist edebiyatın toplumsal değerlere hapsolan veya bağımsızlık mücadelesi veren kadınların yengilerini ve zaferlerini, kısacası yaşamlarını sunmayı amaçladığını kaleme alıyor. 1980’lere kadar kimi edebiyat profesörlerince yazarlığın, “erkek işi” olarak görüldüğünü düşünürsek, erkek yazarların öne çıkarılma nedenlerini de anlayabiliriz. Özellikle, tepki toplayacağını düşündüğü için erkek ismi kullanan kimi kadın yazarların varlığını günümüzde keşfedilirken. Duygu Çayırcıoğlu yedi kadın yazara bir saygı duruşu niteliğindeki kitabı Kadınca Bilmeyişlerin Sonu’nu ve feminist edebiyatı Radyo Gedik için konuştuk.

Duygu Çayırcıoğlu

Kitabınızın çıkış noktası nasıl oldu? 

1960-1980 edebiyatında ön-feminizm incelemesi fikriyle başladım. Bu dönemde bir ön-feminizm geliştiğini düşünüyorum. Türkiye’de henüz feminizmin adının anılmadığı bir dönemde edebiyatta feminist duyarlılığın hiç azımsanmayacak bir şekilde yol aldığını göstermek istiyordum. Doktora tezim için araştırmaya başladığımda, daha önce kadın hareketinin iki dalgası arasındaki boşluğa ve bu dönemin edebiyatına işaret edenlerin olduğunu gördüm, yani düşüncemde yalnız değildim. Ama tüm bu girişimlerin veya iddiaların kapsamı görece dardı, değiniler olarak kalmışlardı. Edebiyat üzerinden yapılan tartışma ve eleştiriler ağırlıklı olarak Osmanlı kadın edebiyatı ve Cumhuriyet’in ilk dönemindeki eserlerle sınırlıydı. Bu nedenle, 1960-1980 arasının ayrıca irdelenmesi gereken bir dönem olduğuna karar verip yola koyuldum… Çalışmamda ön-feminizm terimini, Batı’da 1960’larda yükselen kadın hareketinin Türkiye’deki yirmi yıllık gecikme yıllarında bir şekilde kendine yol ve temas edecek noktalar bulduğunu, bilinçli ya da bilinçsiz bir karşılık gördüğünü vurgulamak, bu anlamda bir ön-feminizmden, ön-tarihten bahsedilebileceğine dikkat çekmek için kullandım. Nezihe Meriç, Sevim Burak, Sevgi Soysal, Leylâ Erbil, Adalet Ağaoğlu, Füruzan ve Tezer Özlü’nün eserlerinde feminist duyarlılığın ne kadar güçlü ve hissedilir bir şekilde yer aldığı üzerine özel bir merakla ve hassasiyetle eğildim.

“Kadınlar, Erkeklerin Hakim Olduğu Edebiyat Ortamında Doğdular”

Feminizm ile tanışmanız ve öğrenme süreciniz nasıl gerçekleşti?

Feminizm ile tanışmam çok eskiye dayanıyor. Ama tabii, entelektüel bir merakla üzerine gitmem, feminist kuram üzerine düşünmeye başlamam üniversitenin son yıllarına, yüksek lisans yıllarıma denk gelir. Özellikle, feminist metinleri, dergileri okudukça bilgim ve birikimim daha da derinleşti. Mesela Amargi gibi dergiler kişisel tarihimde çok önemlidir. Aksu Bora gibi çok değerli isimler sayesinde feminizmi toplumsal değil, politik bir hareket olarak okumaya, anlamlandırmaya başladıkça büyülendim.

 

Edebiyat niçin sadece erkeklerin alanı olarak görülür?

Edebiyat sadece erkeklerin alanı olarak görülür demek belki çok genelleyici olur. Şöyle söyleyebiliriz; geçmişte uzun yıllarca erkeklerin hâkim olduğu, şekillendirdiği bir alan olmuştur edebiyat. Kadınlar böylesi bir edebiyat anlayışı, edebiyat ortamı içine doğdular… Neyse ki ve iyi ki kadınlar bu anlayışta bir kırılma yarattılar. Örneğin kitabımda ele aldığım bütün yazarlar klasik anlatı geleneğinin ötesinde, yeni ve özgün biçimsel arayışlar içinde yer almışlar. Sadece biçimsel değil, içerikte de muazzam bir değişikliğin önünü açtılar. İçine doğdukları edebiyatın, edebiyattaki hâkim eğilimlerin farkında olarak kendi seslerinin peşine düştüler. Böylesi bir edebiyat ortamında, uzun yıllar erkeklerce belirlenmiş bir edebiyat düzleminde bu kadınlar eksik bırakılan kadınlık durumlarını ele aldı ve kendi edebî söylemlerini inşa etti.

 

Kitabınızda 1960-1980 döneminde, edebiyat alanında bir ön-feminizmin geliştiğini dile getiriyorsunuz. Bu terimle neye işaret ettiğinizi biraz açabilir misiniz?

 “Ön-feminizm”i, İngilizcedeki “proto-feminism”in karşılığı olarak kullanıyorum. Feminist olmasa da feminizm benzeri bir nitelik taşıyan bir döneme işaret ediyorum. 1960-1980 arasında feminizm Batılı ülkelerde çok güçlenmiş, hızlı bir ivme yakalamış. Bunun elbette Türkiye’de yansımaları olmuş. Ama Türkiye’nin o dönemki siyasî atmosferi ve gündemi, örgütlenmiş ve güçlü bir feminizm için uygun koşulları henüz doğurmamış… 1980 sonrasında feminizm güçlü bir politik hareket olarak ortaya çıkmaya başlamış. Çalışmamda ön-feminizm terimini, Batı’da 1960’larda yükselen kadın hareketinin Türkiye’deki yirmi yıllık gecikme yıllarında bir şekilde kendine yol ve temas edecek noktalar bulduğunu, bilinçli veya bilinçsiz bir karşılık gördüğünü vurgulamak, bu anlamda bir ön-feminizmden, ön-tarihten bahsedilebileceğine dikkat çekmek için kullandım.

Erkekliğin Etkileri de Feminist Edebiyatı Kapsar 

Sizin gözünüzden günümüz edebiyatında kadın yazarların ve feminist edebiyatın yeri nedir? 

Bence günümüz edebiyatına dair, eskiye-geçmişe bakarak bir değerlendirme yaptığımızda değişen çok var. Çalışmamda değindiğim yazarlar gibi geçmişin güçlü kalemleri bence ardılları üzerinde ciddi bir etki yarattı, yaratmaya da devam ediyorlar. Günümüz kadın yazarları cesurca ve nitelikli işler yapıyorlar. Bu beni çok mutlu ediyor… Kendimden yola çıkarak şunları da eklemek isterim: Kitabımda ele aldığım yedi yazar benim edebiyat anlayışımı, beklentilerimi şekillendirdi. Çalışmam, kişisel tarihimdeki dönüm noktalarında rol oynayan, beni yüreklendiren, edebiyata bakışımı değiştiren bu yazarlara duyduğum saygının ve minnet borcunun da bir ürünü aynı zamanda.

 

Feminist edebiyat sadece kadınları mı ele almaktadır? Sevgi Soysal’ın Yürümek eserinde Memet karakterinin feminist edebiyat bakışı ile yeri nedir?

Kadınlık rollerini ve o rolün inşasını anlamak için bence erkekliğe ve erkeklik rolünün inşasına da bakmak gerekir. Mesela Sevgi Soysal Yürümek’te bu rolleri birbirini tamamlayan unsurlar olarak ilmek ilmek örmüştür. Erkekliğe bakmadan ne kadınlığın ne de toplumun anlaşılabileceğini hatırlatır adeta. Erkeklerin erkeklikten nasıl etkilendiğini araştırmak da aslında feminist bir çaba olarak okunabilir. Sevgi Soysal, Memet’in hikâye hattındaki erkeklik gösterileri ve meydan okumalarıyla örülü sahnelerin ardından, sanki bir simetri kurarcasına toplumun kadınlık tasavvurunu anlatır. Böylece, bütünlüklü ve derinlikli bir tablo sunar okuruna.

Duygu Çayırcıoğlu Kadınca Bilmeyişlerin Sonu İletişim Yayınları 196 Sayfa, 2022


Current track

Title

Artist

Türkiye'nin ilk ve tek kurumsal internet radyosu

Background